İnsanların kendine özgü ve birbirinden farklı iletişim aracı olarak kullandığı dilin gelişimini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörler; kalıtım ve çevre, zekâ, cinsiyet, sağlık, doğuş sırası, kardeş sayısı, aile, konuşmaya teşvik, anne baba tutumu, sosyoekonomik düzey, anne baba öğrenim durumu şeklinde sıralanabilmektedir.İnsanların kendine özgü ve birbirinden farklı iletişim aracı olarak kullandığı dilin gelişimini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörler; kalıtım ve çevre, zekâ, cinsiyet, sağlık, doğuş sırası, kardeş sayısı, aile, konuşmaya teşvik, anne baba tutumu, sosyoekonomik düzey, anne baba öğrenim durumu şeklinde sıralanabilmektedir. Dil gelişiminde tüm bu faktörler dahilinde oyunun etkisinden söz edilmektedir. Dil ve oyun birbirleriyle doğrudan bağlantılı, sıkı bir ilişki içerisindedir. Aralarındaki bu ilişki farklı alanlarda ve farklı süreçlerde gerçekleşmektedir. İlk olarak karşılıklı iletişim olarak jest veya mimikler kullanılırken bu sayede ilk sözcükler gözlemlenir daha sonra sözcüklerin birleştirilmesi aşamasına geçilerek, oyun ile sözcükler şemalarla birleştirilerek kullanılmaya başlanmaktadır. Taklit oyunları ile çocuğun dildeki üretimi artmaktadır. Çocuklar dili, oynadıkları oyunları geliştirmek amacıyla kullanmaktadırlar. Yawkey ve Hrncir (1982), oyunun iletişimle olan bağlantısıyla çocukların sözel dil becerilerinin geliştiğini belirtmektedir. Gelişimin alanlarının tümüyle ilişkisi olan dilin gelişiminde çocuğa yardımcı olacak etkinliklerin düzenlenmesi gerekmektedir. Bu etkinlikler kelime, parmak oyunları, hikâye ve resimler hakkında konuşma ortamları sunma, drama çalışmaları yapma, müzik dinletisi vb. şeklinde çoğaltıla bilinir. Çocuğun dil gelişiminin kritik evresi okul öncesi yıllardır ve bu nedenle çocuğa uygun öğrenme ortamı hazırlamak, etkinlikler sunmak gerekmektedir. Aynı zamanda biyososyal ve kültürel olarak dezavantajlı olan çocuklar için dil gelişimi konusunda fırsat eşitliği sağlamak adına yardım edilmelidir (Senemoğlu, 2006).
İnsanlığın var olma serüveni boyunca bir eylem olarak sürdürdüğü oyun, onun yaşamıyla beraber başlayarak hayatın her yeni döneminde değişerek, gelişerek, farklı ihtiyaçların doyurulması gereken kaynağı olarak önemini her daim korumaktadır. (Erşan, 2006; Pehlivan, 2005). Çocuk doğal, zaman zaman da yapılandırılmış bir ortamda oyun ile öğrenme ve gelişme olanağı bulmaktadır. Oyun, zihinsel, bedensel, bilişsel, dilsel, duygusal, psiko-motor ve sosyal gelişim alanlarının tümünü desteklemektedir. Bu nedenle oyun, okul öncesi dönemdeki çocukların en temel ihtiyaçlarındandır (Kandır, 2003). Oyunun temel alındığı Oyun Terapisi de sistemli bir modelin eğitimli uzmanlarca danışanların problem davranışlarını çözümlemelerine yardımcı olmak amacıyla, oyunun iyileştirici gücünden de yararlanarak çocuklara uygulanan bir terapi türü olarak tanımlanmaktadır (Association for Play Therapy). Çocuklar oyun aracılığıyla huzursuzluklarını, problemlerini ortaya çıkarır, onlarla yüzleşir ve oyunun iyileştirici gücüyle de problemli davranış üzerinde sağaltıma gider. Oyun Terapisi, benzer amaçlar içerisinde olmakla birlikte uygulama şekli olarak farklılıklar göstermiştir. Bu noktada birçok oyun terapisi yaklaşımı ortaya atılmış ve temel olarak iki ana başlık olarak ayrılmıştır. Bu yaklaşım biçimleri yönlendirmeli ve yönlendirmesiz oyun terapisi olarak belirtilmektedir (Öğretir 2008). Oyun Terapisinin alt kolu olarak bilinen Gelişimsel Oyun Terapisi yönlendirmeli olarak uygulanan terapi yaklaşımlarındandır. Dokunmanın iyileştirici yönünün kullanıldığı bu terapi yönteminde, çocuğun kendisini fark etmesi sağlanmaktadır. Oyuncakların yerini dokunma oyunları almaktadır. (Brody Developmental Play Therapy, 1997). Çocuğun, şefkatli dokunmayla birlikte kendisini ve çevresini tanıması beklenmekte ve böylelikle çocuğun beceri ve yeteneklerini fark ederek problem çözmede başarılı olmaları ön görülmektedir. Gelişimsel Oyun Terapisi sonucunda kendini tanıyan çocuk, problemli davranışlarını çözümleyerek yaşama dair deneyimler kazanmakta ve böylelikle daha sağlıklı temele oturtulmuş bir çocukluk yaşayarak, yetişkinlik sürecini de olumlu yönde etkilemektedir.
Gelişimsel Oyun Terapisi
Gelişimsel oyun terapisi (GOT), Viola Brody tarafından geliştirilmiş bir yaklaşım modelidir. Bu terapi yöntemi terapist tarafından uygulanan, oyuncak kullanılmadan yalnızca çocukla kurulan dokunsal ilişkinin olduğu bir yöntemdir. Belirlenmiş dokunma içerikli oyunları bulunmaktadır. Buradaki terapist-çocuk ilişkisi şefkatli dokunuş ile sağlanmaktadır. Şefkatli dokunuşun terapötik iyileştirici yönüyle ilgilenmektedir (Brody, 1997). Terapistin çocuğa dokunmasıyla çocuk kendini, özünü fark eder. Kendini fark eden çocuk aynı zamanda terapistinde kendiliğini fark eder ve bu şekilde iletişim kurma gerçekleşmiş olur. Burada terapist doğrudan değil, ancak oyunların aracılığıyla çocuğa dokunmaktadır. Bu oyunlar çocuğun cinsel bölgeleri hariç vücudunun her bölgesine dokunmayı kapsamaktadır (Schwartzenberger, 2004; Brody, 1997).
Oyun Terapileri Derneği (Association for Play Therapy- APT) tarafından dokunmayla ilgili olarak dokunmanın terapötik etkisinin konu olduğu birçok çalışma yapılmıştır. Çalışmalarda dokunmanın çocuğun gelişimi açısından öneminden ve terapistlerin doğru dokunma eyleminin altı çizilerek anlatılmaktadır. Terapist gerekli yazılı izinleri almalı, çocuğun ihtiyaçlarını belirlemeli, güvenli bağı kurmalı, terapide doğru bölgelere doğru şekilde dokunmalı ve tüm bunlar için gerekli süpervizyon desteğini alarak terapileri sağlıklı şekilde gerçekleştirmelidir (Association for Play Therapy, 2018). Gelişimsel Oyun Terapisinde Dokunmanın Etkileri ve Önemi
Dokunma ve dokunulma, embriyo döneminde en ilkel haliyle başlamakta, doğumdan sonra da en yoğun haliyle devam etmektedir. Yeni doğan bebeğin duyusal ihtiyacı içgüdüsel olarak artar ve bu ihtiyaca karşılık çocuğa bakımın geneli dokunma içerikli olmaktadır (Erkan, 1990). Dokunma Araştırmaları Enstitüsü (Touch Research Institute) araştırmalarına göre, dokunma eylemi biyokimyasal reaksiyonlara yoğun olarak neden olmaktadır. Dokunma duyusu beyinde yarattığı biyokimyasal reaksiyonlarla bir duyguda deneyimlenerek ortaya çıkar. Bu reaksiyonlar aynı zamanda üriner stres hormonlarını azaltmakta ve diğer bir yandan seretonin ve dopamin düzeylerini de arttırmaktadır. Biyokimyasal değişiklik ile depresyonun azalması sağlanmaktadır (Field, 2010).
Dokunma yoksunluğu ve kendini bilme algısıyla ilgili araştırmalara göre, dokunma eksikliğinin olması yetişkinlik döneminde yeme bozuklukları rahatsızlığı olarak görüldüğü belirtilmiştir. Aynı zamanda dokunmanın olmayıp güvenli bağlanmanın gerçekleşemediği kişilerde psikolojik problemlerin yanı sıra davranışsal problemlerinde ortaya çıktığı görüşmüştür. Perry ve Szalawitz (2012), Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk kitabında işlediği dokunma konusuyla ilgili vakalardan birinin yeme bozukluğu gösterdiği ve bunun yetersiz bağlanma, yetersiz dokunma nedeniyle olduğu belirtilmiştir. Yaşamın devamlılığı için fiziksel açıdan insanın dokunuşu çok önemlidir.