32 yaşındayım. Adana’da Özel Eğitim öğretmeniyim ama her şeyden önce ben bir
otizmli annesiyim. Hiçbir şeyden uzaklaşmadım ve durup düşündüm, kendime bir söz
verdim, önce “Kendim için ne yapmalıyım?” sonra “Çocuğum için ne yapmalıyım?” diye.
Oku, oku, oku…
Gülümse, aynaya bak konuş… Yaz, yaz, daha çok oku, daha çok yaz. Kalbinin
anahtarına ulaşınca açamayacağın kapı kalmayacak.
Çünkü kalbinin anahtarı, kendine söz vermekten geçer.
Oğlum Enes ile birlikte el ele 7 yıl önce otizm savaşına adım attığımızdan beri
hayatımız çok değişti.
16. aya kadar sessiz sakin, uyumlu bir çocuğum vardı. Sanki sessiz bir ruh gibiydi.
Gelen herkes ne kadar sakin bir bebek derdi. Ağlamaz, bakmaz, sesini hiç duyurmazdı.
Ben de hiç sorun yok gibi devam ediyordum hayatıma hatta bazen kıyaslama yapardım
başka çocuklarla ne güzel Enes’imde sorun yok, çok uysal diye.
2,5 yaşına kadar konuşmadı. İlk aldığımız teşhis, “gecikmiş konuşma” idi ve bize
bildirilen yargıya göre, “terapi ile çözülebilecek boyutta”ydı. Sevindiğimi ama sanki çok
da inanmadığımı dün gibi hatırlıyorum.
Hani kopar ya bazen inceldiği yerden koparamadıkların. Oysa ne emekler verdin, 9
ay karnında taşıdın ne hayallerle. Annelik, anlamaktır çoğu zaman ama neyi
anlayacağını bilemezsin böyle durumlarda. Aylar geçerken haftada bir gittiği terapilerde
ağlayan ve Legoları bile reddeden oğlumun, giderek göz kontağını tamamen yitirdiği,
ağlama krizleri yüzünden sokağa çıkamadığımız, evden çıkmanın ayrı, çıktıktan sonra
eve girmenin ayrı dert olduğu, onu sakinleştiremediğim, uyutamadığım, doğru düzgün
yemek yediremediğim, oyuncaklarla değil oynamak eline bile almayı reddettiği
dönemlerine geldiğimizde ben sorunun “gecikmiş konuşmasından” çok ötede bir yere
gittiğini düşünüyor ama otizmden etkilenen her annenin yaşadığı gibi konduramıyordum.
Sonunda 3 yaşından sonra ERKEN DÖNEM OTİZM TEŞHİSİNİ aldığımızda hastane
kapısında elimde raporuyla yere oturduğumu ve bir süre NEFES BİLE ALAMADAN
gökyüzüne, oğlumla ilgili kurduğum tüm o eski hayallerin uçup gidişine baktığımı
anımsıyorum şimdi.
Otizm vardı ve artık hayatımızdaydı. Hayat bitmişti sanki ama hemen irkilerek şunu
söyledim kendi kendime, “Sen yine de bitmelere üzülme! Her bitiş kendini iyileştirmen
için bir fırsattır. Kendini unuttuğun zaman acılarını sev.”
Şimdi “OTİZMLE YAŞAMAK” için neler yapabileceğimizi öğrenmemiz gerekiyordu.
En büyük destek, her zaman diğer otizmli ailelerden geldi. Bizden “maalesef” çok vardı
ve “OTİZM TOPLULUĞU” zaman içinde gerçekten ailemiz hâline geldi. Oğlumla
yaşamın içinde var olmak için neler yapmam gerektiğini en çok diğer anne babalardan
öğrendim ben. Hiç tanımadığımız insanlarla beraber zincir kurduk. Ankara, İstanbul,
Hatay, Mersin Kocaeli…